26 Aralık 2015 Cumartesi

ONLAR



ONLAR



büyük çağ yanıyor

mahalleler yanıyor

düşünceli insanlar

avam kediler

geceleyin açan çiçekler

ve kavaklar

ve çocuklar yanıyor kısa tarihlerinden



ağlama nöbetleri geçiriyorum

kalabalıkmış değilmiş

ayıpmış

kan ve şarap saatin gözü önünde

soluyor ama iyileşmiyor



kış kokusu yüzümde

kışları sevişirim ben içten içe

acırım üşürüm büyürüm



can şişe

kırılmış kalmış mahallede

şarap gözüme kadar akmış bayırdan

kadın düşmüş

çocuklar dolu gözlere sürgün

neslini vurmuşlar kuşların ve gündüzsüz ülkelerde

tanrıyı çok aramışım



direnmekten içimde bir cinayet büyümüş

bulmalı ve vurmalı onları

hayır!

onlar gibi mi olmalı?



sevdikçe sevesim geliyor

yandıkça yanıyorum

                                                         Elif ERÇİN


25 Aralık 2015 Cuma

Oyuna Giriş Taşı

Oyuna giriş taşı

Tılsımlı sözler
Anti simetrik yapılar
Birbirine karışmış çokluklar
 cübbe giydirilmiş
Yorumcular
 ayrımında mı
Sisin ardındaki gölgenin
Kelimeler kendileri kadar varlık dışı
Ağırlığım kadar anlamsız yerim
Bir cinayetten sonra
Dil karmaşası
İronik bağlar
Şüphelerim hangi dilde anlamlı
Hangi dilde konuşur lal bilge
Aşk hangi dilde yaşanır
Her sözcük kökenine ihanet
Kendime ihanet
Sözcükler çoğaltılır kanıtlar için
Sözcükler ki kanıtıdır bir yalanın
Öznesine ihanet
Deneysel doğrulamalar
Yaşam hangi örüntüde buluşur sözcüklerle
Hani nerde bu oyunda çıkış taşı
Soluğumdan gelen hayat
Soluğumda mı tükenecek

24 Aralık 2015 Perşembe

Bir Kibrit Çakımıyla Alevlenir Savaş



Bir kibrit çakımıyla alevlenir  savaş

  
                                                                                     Tekgül Arı

Ortadoğu’da süregelen sınırlarımıza kadar sıçrayan bir savaşın varlığı karşısında incinir ruhunuz. Çocukları düşündükçe incinmekle de kalmaz, isyan edersiniz aslında… Kobanê’de yaşanan bu vahşeti çoğumuz basından, bazılarımızda bölgeye giderek takip ediyoruz. Sadece bölgeyi değil, ülkemizin savaşa bakışını da gözlemliyoruz. Açık olan bir şey var o da, sistemin zihinlerimize yerleştirilen kötücül Kürt algısı. Hâlâ devam eden savaş karşısında bu nedenle mi duyarlılık pek oluşmuyor? Hep ikircikli bir bakış var. IŞİD’in katlettiği sadece Kürtler değil elbette o coğrafyada yaşayan Ezidiler ve Türkmenler de  var... Aslında kötücül olan savaşın kendisidir, ırklar, her zaman egemenlerce alttan alta beslenip bir kibrit çakımıyla alevlenen bir araçtır sadece. 



2 Kasımda, Diyarbakır’da gerçekleştirdiğimiz Savaşın Savurdukları-Rojava panelinin ikincisini 29 Kasımda Ankara’da yaptık. Panelin amacı bu savaşın üstünü açmaktı. Sınırlarımıza kadar sıçrayan kanın bizimle ne ilgisi olduğunu, 6-7 Ekimde Kobanê’de şiddeti artan savaşın, Kürtleri canhıraş sokağa düşürmesinin nedenini sorgulamaktı belki de.

Kürtlerin yaşadığı bölgede otuz yıldır süren bir savaşın varlığı öyle sanıyorum ki kimse tarafından yadsınamaz. Şimdilerde bu sorun üzerine konuşulmadan, savrukça çözüm arayışına gitmekle biter mi dersiniz? Sanmam! Söz konusu Kürtler olduğunda gerek sosyal medyada gerekse bazı toplulukların yanı sıra halkın bu konuda mesafeli bir yaklaşımla konuştukları, hatta sustuğunu görmek mümkün. Geçmişten gelen, bastırılmışlığın sonucu bu. Okullarda bize dayatılan resmi tarihi anımsarsanız Ermenilerin ve Rumların kötücülüğünü öğrenmiştik. Neden kötüler sorusunu sormak gibi bir gaflete düşmemek için ya da toplum tarafından yargılanıp dışlanmamak için susmuştuk. Öyle ki, Ermeni Ermeni olduğunu gizliyordu, Rumlar Rum olduğunu. Sistemin bizden istediği de tam buydu. Ayrıştırmak, bölmek, daha da ileri giderek öldürmek… Sistemler kendilerine karşı olan sesleri her zaman susturmak isterler. Gezi Direnişi’nde gençlerimize karşı güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddet, öldürme ve karalama aslında iktidarın halkına karşı bir güç gösterisiydi. Devletin açtığı bir savaşın içerisinde ezilen halklardır her zaman. Bugün kendi içimizde bulunan bir ırka karşı açılan savaşa karşı duramazsak yarın tüm ırklara kadar akar… Evet, insanların ırkçılıktan sıyrılması gerekir. Savaş, ister içimizde ister dışımızda, dünyanın neresinde olursa olsun kötücüldür, tüm insanlık savaşa karşı sesini yükseltmeli, bir arada kardeşçe barış içinde yaşamalı.

Moderatörlüğünü yaptığım bu panelde yazarlarımız;  Şeyhmus Diken, Pelin Buzluk, Aysun Kara, Arzu Demir ve İbrahim Genç konuşmacı olarak yer aldı. Yazarlarımızın panel konuşmalarından yaptığım alıntıları sizlerle paylaşarak yazımı tamamlamak istiyorum.

ÖLMENİN ve ÖLDÜRMENİN MEŞRULUĞU




Ölmenin ve Öldürmenin Meşruluğu

Atalay Girgin*
I
Kaç günden beri aklımda, “Ölümü Nasıl Bilirsiniz?”i okuduğumdan beri...

Ölümü, en azından yaşamının bazı anlarında, düşünmemiş insan yoktur. Onlardan biriyim ben de...

Nedendir bilmem, ölümü,  savaşı, kavgayı düşünmek, aşkı çağrıştırır bende... Aşkı düşünmek de diğerlerini...


Uyudum, uyandım : Aynı düşünce kafamın içinde... Dolanıp duruyor hala...

Kalkıp bahçeye çıktım: Su verdim önce fesleğenlere, ardı sıra sardunyalara ve diğerlerine... Bu yaz sıcağında susuz kalmasınlar, sessizce boyunlarını büküp ölmesinler, yaşasınlar diye...

Gökyüzümde güneş, bahçemde yemyeşil ağaçlar, kuş sesleri, hanımelilerinin sarıp sarmalayan kokusu, tenimde sıcağı güneşin... 

Göz alabildiğine, tepeden tırnağa yaşama kesilmişken doğa, benim aklımda ölüm...  Yanıtı belirsiz de olsa ardı sıra çoğalan sorular:

Ölmek ve öldürmek meşru mudur?

Ölmek ve öldürmek nereden alır, kimden alır meşruluğunu? Kaynağı nedir?

Ölüm, herkes için aynı anlama ve aynı değere sahip midir?

Yaşayan tüm canlılar ve dolayısıyla her insan için kaçınılmaz olan ölüm, farklı anlam ve değerlere sahip olabilir mi?

Ve her sorunun peşi sıra arz-ı endam eden, “Neden? Niçin? Nasıl?” soruları...

Ya ölüm nedir?
“Haziranda ölmek zor” demiş ya şair... Boşuna dememiş. Haziranda ölümü düşünmek değilse bile, yazmak  zor...

Hâlâ bir şeyler eksik... Kavramlar darmadağınık, sözler bölük pörçük... Ki sökün etmiyor düşünceler, toparlanmıyor daha. Oysa hiç böyle olmazdı...

Belki biraz müzik gerek...

Bu düşünceyle içeriye yöneliyorum bahçeden... Ve duraksamadan da odaya... Cd’leri karıştırıyorum, sözsüz olmalı, diyorum... Önce “Gitar konçertosu” dikkatimi çekiyor Rodrigo’nun. Bu uygun işte... İspanya İç Savaşı’nı anlatır, bu eserinde Rodrigo; onun anısınadır... Ardından da Ravel çarpıyor gözüme... Ravel’in Bolero’su... Bu da aşkı anlatır. Tutkuyla, inişleri ve çıkışlarıyla yaşanışını aşkın...  Ölüm değil, tıpkı hayat  gibi.


Şimdi sırasıyla, biri bitip diğeri başlıyor, açık pencerelerden bahçeye taşıyor, aşkı ve savaşı anlatan nağmeleri Ravel ile Rodrigo’nun... Mizansen tamam... Mutfağa gidip, “öksüz doyuran” cinsinden koskocaman cam bir bardağa çay dolduruyorum. Ayaklarım nereye götüreceğini biliyor sanki beni...

Bahçedeyim: Ayaklarımın altında çim, kulaklarımda müziğin tınısı var. Gözlerimin ufkundaysa masmavi bir gökyüzü... Elimdeki cam bardaktaki çayın sıcaklığı avucumu yakıyor. Aklımda beliren soruların, olası yanıtlarıysa acıtıyor yüreğimi... Anlamak bilmekten daha acıdır, demiş ya şair. Demek ki varmış bir bildiği...

Daha önce bu kadar yoğun düşünmemiştim, “ölmenin ve öldürmenin meşruluğunu”...  Düşündükçe fark ettim ki, gerçeğin gerçekliğine uygun bilgi, acı, hem de çok acı... Şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki, içerisinde yaşanan koşullarda fark ettiğim şudur: Ölmek de meşrudur öldürmek de... Ve bu koşullarda “Savaşa Hayır” bir suçtur. 
Neden?

23 Aralık 2015 Çarşamba

KORSAN



KORSAN


                                                                               İsmet KİRAZ

Ruhum takasta

Bağlanmıştır hisse senetlerine

Ve ipotektir ömür

Korsan kitaplar arıyor gözlerim köşe başlarında

Korsan doğmuş şairler

        korsandır  sevişmeler 


Yasak bir kitapta  doğdum                             

Yasak bir ezgide büyüdüm             

korsan bir eylemde dosdoğru baktım  gözlerine

eylemdir hayat

ellerimde

donup kaldı yüzüm dağlarda

telif hakları, çokuluslu şirketler

elma kokulu kimyasalların

telif hakkı kimde

kralın soytarısı kalem tutar

koruyucusu kılıç

eğer bu bir şiirdir diye kanaat getirirse şairler

bu şiirin telif hakkını alın elimden

siyah bir çelenk taşıyorum hergün

Kızılay medanına

donup kalmıs çocuk gözlerini alın avuçlarımdan

                                                                         İsmet KİRAZ






10 Aralık 2015 Perşembe

AŞK... Şizofrenik Aşkların Kılıfı...

Şizofrenik aşkların ‘kılıfı’…?

Atalay GİRGİN

Arzu ve aşk… Önce arzu vardır. Sonra aşk…

Aşık olunan her insan, aynı zamanda arzulanandır. Ama arzulanan her insan, aynı zamanda aşık olunan değildir. Arzulanmayan hiçbir insana aşık olunmaz. Arzulanan her insana da aşık…



 Ancak arzu ile aşk arasında nesnesine yönelişleri ve ilişki kurma biçimleri açısından temel farklılıklar vardır.

Arzu, öncelikle yönelenin yöneldiği nesneyle, esas olarak iki tür ilişki kurma biçiminde kendini gösterir.

Bunlardan birincisi, ona sahip olma, onu kendinin kılma isteğidir. Bu isteğin şiddeti, arzulayanın arzuladığını, bir nesne olarak elde edip onu tüketmesine de, elde edemeyip kendini tüketmesine de, dahası hem kendini hem de nesnesi yok etmesine de yol açabilir.