24 Aralık 2015 Perşembe

Bir Kibrit Çakımıyla Alevlenir Savaş



Bir kibrit çakımıyla alevlenir  savaş

  
                                                                                     Tekgül Arı

Ortadoğu’da süregelen sınırlarımıza kadar sıçrayan bir savaşın varlığı karşısında incinir ruhunuz. Çocukları düşündükçe incinmekle de kalmaz, isyan edersiniz aslında… Kobanê’de yaşanan bu vahşeti çoğumuz basından, bazılarımızda bölgeye giderek takip ediyoruz. Sadece bölgeyi değil, ülkemizin savaşa bakışını da gözlemliyoruz. Açık olan bir şey var o da, sistemin zihinlerimize yerleştirilen kötücül Kürt algısı. Hâlâ devam eden savaş karşısında bu nedenle mi duyarlılık pek oluşmuyor? Hep ikircikli bir bakış var. IŞİD’in katlettiği sadece Kürtler değil elbette o coğrafyada yaşayan Ezidiler ve Türkmenler de  var... Aslında kötücül olan savaşın kendisidir, ırklar, her zaman egemenlerce alttan alta beslenip bir kibrit çakımıyla alevlenen bir araçtır sadece. 



2 Kasımda, Diyarbakır’da gerçekleştirdiğimiz Savaşın Savurdukları-Rojava panelinin ikincisini 29 Kasımda Ankara’da yaptık. Panelin amacı bu savaşın üstünü açmaktı. Sınırlarımıza kadar sıçrayan kanın bizimle ne ilgisi olduğunu, 6-7 Ekimde Kobanê’de şiddeti artan savaşın, Kürtleri canhıraş sokağa düşürmesinin nedenini sorgulamaktı belki de.

Kürtlerin yaşadığı bölgede otuz yıldır süren bir savaşın varlığı öyle sanıyorum ki kimse tarafından yadsınamaz. Şimdilerde bu sorun üzerine konuşulmadan, savrukça çözüm arayışına gitmekle biter mi dersiniz? Sanmam! Söz konusu Kürtler olduğunda gerek sosyal medyada gerekse bazı toplulukların yanı sıra halkın bu konuda mesafeli bir yaklaşımla konuştukları, hatta sustuğunu görmek mümkün. Geçmişten gelen, bastırılmışlığın sonucu bu. Okullarda bize dayatılan resmi tarihi anımsarsanız Ermenilerin ve Rumların kötücülüğünü öğrenmiştik. Neden kötüler sorusunu sormak gibi bir gaflete düşmemek için ya da toplum tarafından yargılanıp dışlanmamak için susmuştuk. Öyle ki, Ermeni Ermeni olduğunu gizliyordu, Rumlar Rum olduğunu. Sistemin bizden istediği de tam buydu. Ayrıştırmak, bölmek, daha da ileri giderek öldürmek… Sistemler kendilerine karşı olan sesleri her zaman susturmak isterler. Gezi Direnişi’nde gençlerimize karşı güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddet, öldürme ve karalama aslında iktidarın halkına karşı bir güç gösterisiydi. Devletin açtığı bir savaşın içerisinde ezilen halklardır her zaman. Bugün kendi içimizde bulunan bir ırka karşı açılan savaşa karşı duramazsak yarın tüm ırklara kadar akar… Evet, insanların ırkçılıktan sıyrılması gerekir. Savaş, ister içimizde ister dışımızda, dünyanın neresinde olursa olsun kötücüldür, tüm insanlık savaşa karşı sesini yükseltmeli, bir arada kardeşçe barış içinde yaşamalı.

Moderatörlüğünü yaptığım bu panelde yazarlarımız;  Şeyhmus Diken, Pelin Buzluk, Aysun Kara, Arzu Demir ve İbrahim Genç konuşmacı olarak yer aldı. Yazarlarımızın panel konuşmalarından yaptığım alıntıları sizlerle paylaşarak yazımı tamamlamak istiyorum.


Şeyhmus Diken: “Kürtlerin toprakları geçtiğimiz Yirminci Yüzyıl'ın ilk çeyreğinde iradeleri dışında bölüşüldü. Dört ülkenin birer "Kürdistan"ı oldu. Türkiye, Suriye, Irak ve İran... Kürtlerin, Kürdistansız kalması pahasına! Üstelik Türkiye Kürtleri için ise daha vahimi, Kürt diye bir halk yoktu. Kürtler yüzyıllık yalnızlığa mahkum oldular.

Yirmi Birinci  Yüzyıl'ın başı Kürtler açısından yüzyıllık yalnızlıklarının sona ermesine vesile oldu. Kobane ve Rojava da bunun taç yıldızıdır...”

Pelin Buzluk : “Devletlerin ve savaşların büyük kısmı maskulendir. En büyük yarayı da kadınlar ve çocuklar alıyor. Anne çocuğun ilk evi, ilk yurdu. Sonra ev ve memleket geliyor. Devlet sınır çekmekle evi parçalıyor. Kimle kardeş olup olmayacağımıza karar veriyor. Toprak ve dil birliği bozulan Kürtler, var olmayı sürdürmek için ruhi birlik içinde kalmak durumundalar.

Devlet insanları Kürt olması Alevi olması üzerinden düşman ilan ediyorsa, bu kimliği savunmak milliyetçilik ya da mezhepçilik değil. Üzerinde yaşadığımız coğrafya kaderimizi belirliyor. Belli bir soydan gelmemiz yüzünden yok edilmek isteniyoruz. Tam da bu sebeple o kimlikle var olmaya zorlanıyoruz. Savaş sadece barışarak bitecek. Tarihle yüzleşme sonrası bu yüz yıllık acıyı unutmamız gerekiyor. Çocuklara geçmişi anlatamayacağız. Yüz yıllık acılar yüklemeyeceğiz omuzlarına. Ama önce barışmayı ve bir arada yaşamayı öğrenmemiz gerekli.

Kobanê'de direnen kadınlar dünya tarihindeki kadın hareketine rengini çalıyor. Din, devlet ve feodal düzenin temsilcisi IŞİD'le savaş bu yüzden çok anlamlı. Oradaki eşitlikçi ve çok renkli kanton yönetimi en çok kadın ve çocuklar için hayati.

Edebiyat vakanüvislik üstlenmeyecek, acıları da çoğaltmayacak. Yalnızca o atmosferi getirecek ve yapabilirse özdeşlik kuracak. Bütün bu savaş hazmedildikten sonra.”

İbrahim Genç : "Kobanê köyleri ile Suruç ovasındaki köyler adeta şairin "Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız" dediği gibi akrabadırlar. Öyle ki hem aşiret, hem akrabalık hem de etnik açıdan. Kobanê'nin batısından Jarablus'a kadar olan köyler Ketikan köyleridir, aynı şekilde tam da bu köylerin karşısında düşen Türkiye'deki köyler de Ketikan'dır. Dil aynı, lehçe aynı, geleneksel yaşam aynı. Urfa köylerinde çay içtiğinizde eğer açık olmuşsa 'İçinden Halep görünüyor' derler. Çünkü oradan gelmiştir o çay. Çocukları Mürşitpınar'da okula giden anneler çocuklarının Kobanê'de okula gittiğini söylerler. Dolayısıyla Kobanê'nin bizimler bir ilgisi var, hem de çok. Ve durum böyleyken Kürtlerden, dünyanın en barbar örgütünün saldırılarını izlemeleri izlendi. Hiç kimse akrabasının azılı teröristlerle karşı karşıya olması duruma kayıtsız kalamaz. İşte mesele tam da budur!"

Arzu Demir: "İdeolojisiyle aidiyet ilişkisi kuran insan, bir süre sonra o ideolojiye bağlı olduğuna inandığı politikacıların söylemlerini o ideolojinin kendisi olarak kabul etmeye başlıyor. İşte başlangıçta oldukça doğal ve beklendik bir tavır olarak kabul edebileceğimiz bu durum büyük bir sorunu da beraberinde getiriyor. İdeolojiyle, politikanın yer değişimi, giderek demagoglar elinde propagandaya dönüşmüş, sloganlarla daraltılıp süslenerek pazara sürülmüş bir dünya görüşü halini alıyor ki bu da bireyin evrensel değil her gün değişen konjonktürel değerler üretmesine neden oluyor. Oysa gerçek de doğru da oldukça basit ve açıktır. Katliam, kıyım, tecavüz insanlık suçudur ve cezalandırılmalıdır. Irk, din, dil, cinsiyet ayırımı yapmak suçtur, cezalandırılmalıdır. Rojava’da, Kobané’de olanlara da buradan bakmak gerekir."

Aysun Kara: “İnsanlığın savaş serüveninin izini edebiyat üzerinden sürmeye çalışacağım. Savaş ve sonrası, edebiyatın en önemli malzemesi olmakla birlikte yazarların politik görüşleri, yaşadıkları dönem, etnik kimlikleri, cinsiyetleri algılarında etkili olmuştur. Savaşın yazıya düşen izini sürerken bir kısım yazarların savaşın tarafı olmaktan çekinmeksizin kahramanlık öyküleri, romanları, şiirleriyle dönem dönem öne çıktıklarını görüyoruz. Bir kısım yazarların da gözlemledikleri acıyı yalnızca insani bir duyarlılıkla yazıya dönüştürdüklerini ulus, ırk, coğrafya, cins ayrımı gözetmeksizin bu acıyı yukarıdan bir bakışla yapıtlarında öne çıkardıklarını görüyoruz. Bu yazarlar yaşananların sıcaklığı içinde bile evrensel olanı görebilen, dönüştürebilen yazarlardır. Onlar için insanın acısının coğrafyası, dili,dini, etnik kökeni, cinsiyeti yoktur.”

05.12.2014/Yeni Adana Gazetesi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder